17 Haziran 2014 Salı

EMİRGAN KORUSU


        Şehrin yapaylığından uzaklaşarak kendini doğanın kucağına bırakmak isteyenler için, yine yeşilin maviye karıştığı huzur dolu, insanların piknik yapmak için akın akın gittikleri mekan...
       Emirgan Korusu, İstanbul'da Sarıyer ilçesi'nde yer alan bir korudur. İstanbul Boğazı kıyılarında, Emirgân-İstinye semtleri arasında yer alır. İstanbul Boğazı kıyısında, 47.2 hektarlık bir alanda sırtlar ve yamaçlar üstüne yayılmıştır. Çevresi yüksek duvarlarla çevrilmiş durumdadır.
      Koru, 17. yüzyılda Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından İranlı Emir Güne Han'a armağan edilmiştir. Daha önce Feridun Bahçeleri olarak anılan bölge bundan sonra Emirgân Korusu olarak anılmaya başlanmıştır. Yüzyıllar boyunca pek çok kez el değiştirmiş, 19. yüzyılda Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya verilmiştir. 1871-1878 yılları arasında koru içinde 3 köşk yaptırılmıştır. Günümüze de ulaşan bu köşkler Sarı Köşk, Pembe Köşk ve Beyaz Köşk olarak adlandırılmaktadır. 1940 yılında dönemin İstanbul belediye başkanı Lütfi Kırdar'ın girişimiyle kamulaştırılıp park olarak düzenlenerek halka açılmıştır.
   2006 yılından itibaren her yıl Nisan ayında Lale Festivali düzenlenmektedir.Daha fazla fotoğraf

RUMELİ HİSARI


           Yine boğaz, yine tarih, yine Osmanlı... İstanbul imparatorlukların mirası değil mi zaten? Rumeli hisarı... Boğaza bir de burdan bakmanızı tavsiye ederim.
          Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı olarak da bilinir), İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Mekânda uzun yıllardır Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmektedir.
       Sarıyer, İstanbul'da bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarı'nın karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.
        Rumeli Hisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir.Daha fazla fotoğraf

BOĞAZIN GÖZDESİ : ORTAKÖY CAMİİ


           Ortaköy büyüleyici boğaz manzarası,meşhur waffle ve kumpiriyle en sık ziyaret edilen yerlerden biri. Ortaköy'ün güzelliğine güzellik katan ise boğaza sıfır olan tarihi camiisi.
         Büyük Mecidiye Camii, halk arasında Ortaköy Camii, İstanbul Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzında bir camiidir.
         Camii, Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.
        Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.

AYASOFYA


            Ayasofya... Önce kilise olarak Hristiyanlara daha sonra camii olarak müslümanlara ev sahipliği yapmış, şimdilerde ise yalnızca müze olarak kullanılan,her iki dinden de izler taşıyan mekan İstanbul'da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
                      İstanbul'un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1935 yılından beri ise müze olarak hizmet vermektedir. Ayasofya, mimari bakımdan, bazilika planı ile merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır.
          Binanın adındaki “sofya” sözcüğü herhangi bir kimsenin adı olmayıp, eski Yunanca’da “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir.Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhepinde Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır. 6. yüzyılın ünlü mimarlarından Milet'li İsidoros ve Tralles'li Anthemius'un yönettiği Ayasofya’nın inşaatinde yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve Jüstinyen'in bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir.Bu çok eski binanın bir özelliği yapımında kullanılan bazı sütun, kapı  ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır. Bizans döneminde Konstantinopolis Patriği'nin patrik kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi’nin merkezi olmuş bulunan Ayasofya, doğal olarak vaktiyle büyük bir “kutsal emanetler” koleksiyonunu içermekteydi.
          1453’de kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği hoşgorüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenler ise olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarılmıştır.Günümüzde görülen Ayasofya binası aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan Üçüncü Ayasofya olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya istinat duvarlarını eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir.

BİR AŞK HİKAYESİ : KIZ KULESİ



       İstanbul’ un en görkemli ve güzel yerlerinden olan Kız kulesi hikayesi ve yaşanmışlığı ile farkını gösterebilmektedir. İstanbul’ da bir aşk hikayesi’ nin kalıcı eseri olan bu mekanda şimdilerde bir tarihi mekan veya restaurant olarak kullanılabilmektedir. Birçok dizi, posterlerde her zaman gösterilen bu tarihi mekan ulaşımı ile de görülebilecek kolay bir yer olarak görülebilir. Şu an restaurant olarak iletilen bu mekanın daha doğru şekilde müze olarak kullanılması daha iyi olabilecektir. Bu güzelliğin tadılması için kesinlikle görerek burada hissederek yaşayabileceğiniz kız kulesi denizin ortasında konumlanması ile farklılığını yaşatabilmektedir. Çiftler için her zaman romantik bir mekan olan Kız kulesi eşsiz manzara ile birlikte sizlere de aşk dolu bir hikaye sağlayabilmektedir.


 Kız Kulesi Hikayesi

Bir aşk hikayesi olarak görebileceğimiz bu olayda Hero ve Leandros olarak bilinen ve birbirini sonsuz bir aşk ile seven kişilerden Hero’ nun bu kuleden ayrılması ile birlikte başlamaktadır. Hero rahiplerden olarak bilinir ve aşka da kapılarını kapatmıştır. Hero yıllar sonra ilk olarak bir törene katılmak için kuleden çıkarak Leandros ile tekrardan karşılaşması ile tekrardan bu aşklar kuleye gelir ve birbirlerini kutsallar.
Kız kulesinde bu dönemden itibaren her gün bu iki aşığın birbirleri ile doyumsuz aşklarını yaşaması ile geçer. Tamda günlerden bir günde Hero’ nun yaktığı ateş fırtınalı bir boğaz gününde sönerek Leandros denizde kaybolur. Bu durumu fark eden Hero’ da kendisini denize bırakarak ölüme kendini atar. Yani kavuşamayan aşkların hikâyesi olan bu kulede farklı bir hikâye olarak yılan hikayesi de bilinmektedir.
Yılan Hikayesi
Söylenenlere göre bir kızın on sekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öldürüleceği belirtilir. Bunun üzerine kızın babası kral denizin tam ortasında bir kuleyi onartarak burada kızını saklamaya çalışır.
Bu olayda da anlatılana göre kaderin kaçışı olmadığı ve bir üzüm sepetinin içerisinde yılanın kızı sokarak ölmesini sağlar. Kral demirden bu olaydan sonra da tabut yaptırarak Ayasofya’ ya gömmüştür.

KÜÇÜKSU KASRI (GÖKSU KASRI)


       
            Osmanlı'dan günümüze ulaşan saraylardan biri olan Küçüksu Kasrı eşsiz boğaz manzarası ve tarihi dokusuyla büyüleyici bir mekan. 
             Küçüksu Kasrı veya Göksu Kasrı, İstanbul'un Küçüksu semtinde, Göksu Deresi ile Küçüksu Deresi arasında, Boğaziçi'nde Üsküdar-Beykoz sahilyolu üzerinde yer alan kasırdır. Sultan Abdülmecit tarafından  Nigoğos Balyan'a yaptırılmış, inşaatı 1856 yılında tamamlanmıştır. Eski adı "Göksu Kasrı" olan bu yapı, padişahların, Boğaziçi kıyılarındaki biniş kasırlarından biridir. Kasırlar sadece hünkârların malı sayılan ve sarayların haricinde inşa edilen, köşkten büyük binalardır. Devamlı ikamet için kullanılmayan kasırlar, padişahların dinlenmeleri için vakit geçirdikleri yerdir.
                Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) cephe süslemeleri elden geçirilen yapı, zaman zaman çeşitli onarımlar görerek günümüze ulaşmış, ancak bu arada eski saraydan kalan ve çeşitli işlevlerdeki ek yapılarını yitirmiştir.Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda, merdivenlerinde çeşitli batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, bu iş için Viyana Operası dekoratörü Sechan görevlendirilmiştir.Uzun kenarı denize paralel, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Yerden 3m kadar yüksekteki bir alt bölüme oturan iki kattan oluşur. Deniz cephesi üç düşey parçaya ayrılmıştır.; bunlardan ortadaki düz, yanlardaki dışbükeydir. Orta bölümde bulunan kapıya, at nalı biçimli, iki kollu görkemli bir mermer merdivenle ulaşılır. At nalının iki kolu arasında fıskiyeli mermer bir havuz yer alır. Giriş bölümü dört sütunun taşıdığı kemerli bir sahanlığın gerisine doğru çekilmiştir. Zemin katta boydan boya ikişer balkon vardır. Üst kattaki konsollara taşıtılmış, zemin kattaki ayaklara oturtulmuştur. Yapının bütün cepheleri, en tepede konsollar üstünde ileri taşan ve çatıyı gizleyen bir parapet duvarıyla sona erer.Alçı kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, bir Şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde, değerli İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri, çeşitli Avrupa üsluplarındaki mobilyaları, halı ve tablolarıyla eşsiz bir sanat müzesi niteliğindeki Küçüksu Kasrı, Cumhuriyet Döneminde de bir süre devlet konukevi olarak kullanılmış ve günümüzde bir müze-saray işlevi kazanmıştır.
                1994 yılında kapsamlı ve çağdaş bir restorasyon gören Küçüksu Kasrı, halkın ziyaretine açık tutulmakta, hemen yanıbaşındaki iskeleyi, çeşme meydanını ve özgün bahçesini tarihsel ve eskiden olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturma çalışmaları sürmektedir. Bu çalışmalar sona erdiğinde, yapının bahçesi diğer saray, köşk ve kasırlarımızda olduğu gibi ulusal ya da uluslararası nitelikteki resepsiyonlara ayrılacaktır.

MAVİYLE YEŞİLİN BULUŞTUĞU MEKAN : FETHİPAŞA KORUSU




             Huzur bulmak isteyenler maviyle yeşilin buluştuğu Fethipaşa Korusunu kesinlikle düşünmeliler. Üsküdar iskelesine yürüyüş mesafesi yaklaşık 10 dakika süren bu koruya uğramanızı tavsiye ederim. 
             
         Fethipaşa Korusu, İstanbul'un Üsküdar ilçesi, Paşalimanı bölgesinde bulunan, denize bakan bir korudur. Kuzguncuk ve Sultantepe mahalleleri arasında yer alır. Koru adını, Osmanlı vezirlerinden Fethi Ahmet Paşa'dan almaktadır. Uzun yıllar boyunca bakımsız kaldıktan sonra, yenilenmiş ve halka açık park hâline getirilmiştir.

KAPALI ÇARŞI (GRAND BAZAAR)


              Kapalıçarşı'nın temeli 1461 yılında atılmıştır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 30.700 metrekarede 66 kadar sokağı, 4.000 kadar dükkânı ile Kapalıçarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir.
            Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkânları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur. Oldukça küçük olan bu dükkânlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar. Kapalıçarşı renk ve atraksiyon olarak her ne kadar eski canlılığını koruyor ise de, 1970’li yıllardan itibaren İstanbul’u ziyarete gelen turist gurupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük kuruluşlar tarafından sağlanmaktadır. Haliç kıyısındaki Mısır Çarşısı da daha küçük ölçüde bir kapalı çarşıdır. Galata semtinde 15. yüzyıl'da kalma diğer bir küçük kapalı çarşı da halen kullanılmaya devam etmektedir.

TARİH KOKAN SEMT: SÜLEYMANİYE

       
      İlk tanıtımıma Süleymaniye ile başlamak istedim. Çünkü Süleymaniye tarih kokar, geçmişini anlatır İstanbul'un. Camiisi,kokusu, gezerken büyüleyen sokakları,muhteşem manzarasıyla görülmesi gereken yerlerin başında gelir.
        Süleymaniye semti adını, 16. yüzyılda Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Süleymaniye Camii ve Külliyesinden almaktadır.Semtin gelişimi bu yapı kompleksi çevresinde oluşan yerleşim ile olmuştur.
        Süleymaniye, İstanbul'un Fatih ilesinde, Süleymaniye Camii ve Külliyesi'nin çevresinde,İstanbul'un üçüncü tepesinde,adını külliyeden alan mahalledir.Osmanlı döneminde İstanbul'un önemli bilim ve ticaret merkezlerinden biri olan bölge,günümüzde de barındırdığı birçok tarihi eserle önemli bir kültür ve turizm mekanıdır. Fatih ilçesi'nin bir mahallesi olarak kuzeyde Demirtaş,kuzeybatıda Hoca Gıyasettin, batıda Molla Hüsrev, güneyde Beyazıt, doğuda Merca mahalleleriyle çevrilidir.Ancak semt olarak, Demirtaş,Hoca Gıyasetin, Molla Hüsrev mahalelerinin bir bölümüyle, Süleymaniye Mahallesi içinde kalan İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasının arkasındaki kesimleri de içerir.

İSTANBUL TANITIM VİDEOSU